Birçok belediye iletişim krizine doğru gidiyor.
Kestirmeden söyleyelim:
Sosyal medya etrafında şekillenen yeni medya düzeni, birçok belediyede iletişimi halkla bağ kurmak yerine dijital vitrinde var olmaya sevk ediyor. Oysa beğeni; sayılarla değil, siyasetçiye olan güvenle ölçülüyor.
Kime göre? Tabii ki kamusal iletişime göre…
Elbette sosyal medya da önemli. Son seçim dönemiyle varlığını iyice hissettiren bu yeni medya çağında artık kamusal iletişim; bilgi vermek, algı yaratmak, gündem belirlemek yerine bolca beğeni toplamak üzerine kurulu.
Özellikle yerel yönetimlerin sosyal medya kullanımında son dönemde gözlemlenen eğilim, halkla ilişkileri halktan uzaklaştıran bir şekle büründü.
İlişkiler halktan uzaklaşırken, belediye başkanları da halka dokunmaktan gittikçe uzaklaşmakta. Belediyelerde randevu almalarına karşın aylardır görüşme yapmayı bekleyenlerin varlığı, vatandaşa geri dönüş yapmayan sekreteryaların sorumsuzluğu, her gün bir yerlerde vatandaşın arasında olmak yerine sosyal medyada var olmayı tercih eden yöneticilere ilişkin artan şikâyetler bu uzaklaşmanın derecesini ortaya koyar nitelikte. Teknoloji yaşantımıza çok şey kazandırıyor olsa da birçok şeyi alıp götürüyor. Sosyal medya, siyasetçilerin kimyasını bozmuş durumda.
Elbette hepsini kast etmiyoruz. Ama güne; 24 filtre, beş story, iki reels’le başlayıp sabah kahvesini yudumlarken aynaya değil, algoritmaya bakan, gerçeklikten değil etkileşimden beslenen, story atmadan nefes alamayan, reels çekmeden gün batırmayan, kente ve topluma turist mesafesinde duran, Ayşe teyzeyi, Mehmet amcayı pas geçip TikTokçulara selam çakan, halkla ilişkileri sanal beğeniye indirgeyerek belediye başkanlarını halktan uzaklaştıran, her “like”ı bir oy, her story’yi bir hizmet sayan, her bir haltı takipçisine borçlu hisseden ve iki satır yazıyı yapay zekâya yazdıran yeni nesil iletişimciler sayesinde yerel yönetimlerde “iyi olmak” yerine “iyi görünmek” tercih edilir oldu.
Belediye başkanlarının birçoğu; filtreli mutluluklar, sansürlü gerçeklikler, vitrin yarışına dönen halkla ilişkiler anlayışı ile yakayı sosyal medyacılara kaptırmış durumda. Bunun sonucu olarak sosyal medyada vasat olmama mücadelesi her geçen gün dozunu giderek artırmaya devam ediyor. Birçok belediyenin sosyal medya hesapları, başkan ziyaretleri ve önemli gün story’lerinden, drone’la çekilmiş “mutlu kent” illüzyonlarına kadar türlü prodüksiyonla donatılmış şekilde pazarlanmaya çalışılıyor. Haberin yaratacağı değere değil, en çok etkileşimi kimin aldığına, hangi paylaşımın trend (eğilim) olduğuna bakılıyor. Metropol belediyelerinden devşirme modeller, yerel dokunun üstüne yamalanmaya çalışılıyor. Bu iletişim türünde ne yazık ki “görsel çok, gerçek az” bulunuyor.
Oysa kamusal iletişim; spot ışıkları altında değil, sokak lambasının altında yeşeriyor.
Kameraya değil, vatandaşa bakınca gerçekleşiyor. Gerçek halkla ilişkiler ise pazar yerlerindeki serzenişleri duymakla, köy kahvesinde edilen lafları anlamakla başlıyor.
Bugün birçok yerel yönetimde, iletişim birimleri sosyal medyacıların etkisiyle sanki kişiye yönelik PR ajansları gibi çalışıyor. İçerikler halk için değil, karar verici pozisyondaki üst düzey izleyiciler için hazırlanıyor. Her sosyal medya paylaşımı, yalnızca bilgi vermeyi değil; kurumsal imajdan çok bireysel görünürlüğü artırmayı ve üst düzey memnuniyet sağlamayı hedefliyor. Bu yaklaşımda içerikler, kentlerin sosyolojik gerçekliğinden, mahalle sakinlerinden, kırsaldaki üreticilerden, kıyıdaki işletmecilerden veya kent merkezindeki emekçilerden ziyade; sosyal medya algoritmalarının belirlediği hedef kitlelere hitap edecek şekilde hazırlanıyor.
Böylelikle, belediyelerin dijital yüzü halkın gündelik yaşamına ayna tutmak yerine, genellikle idealize edilmiş bir kent tasavvurunu, çoğu zaman da “mutlu kent” tablosunu ön plana çıkarıyor. Sosyal medya sayesinde; sorunlu olmasına karşın mutlu kentlerin gitgide çoğaldığı gözlemleniyor.
Oysa kamusal hizmetin temelini, stratejik içerik üretimi değil; sahici bir iletişim kurma iradesi oluşturuyor. Yurttaşla bağ kurmak, onun gündelik ihtiyaçlarını, taleplerini ve eleştirilerini öncelemekle mümkün hale geliyor. Beğeni sayılarıyla ölçülen başarılar, çoğu zaman kalıcı bir güven ilişkisine dönüşmüyor.
Bu noktada, sosyal medya üzerinden yürütülen iletişim amacının sorgulanması gerekiyor. Amaç; halkı bilgilendirmek ve sürece katmak mı, yoksa onay mekanizmalarını beslemek, yöneticileri tatmin etmek mi?
Belediyecilikte iletişim, sadece bir tanıtım faaliyeti değil, kamusal sorumluluğun bir parçası olarak kabul ediliyor. Etkili iletişim; göz alıcı prodüksiyonlarla değil, açık, anlaşılır ve doğru bilgiler içeren basın bültenleri ile kuruluyor. Çünkü halkın gözünde kalıcı bir yer edinmek, ancak güvenle mümkün oluyor. Ve bu güven, hiçbir algoritmanın garantileyemeyeceği bir değer olarak görülüyor.
Elbette sosyal medya, yeni dünya düzeninde önemli bir yer tutuyor; kişisel iletişim açısından işlevsel. Ancak kurumsal iletişimin yalnızca sosyal medya üzerinden yürütülmesiyle kamusal iletişimin sağlanabileceğini düşünmek mümkün görünmüyor.
Hizmetin en temel ilkesi, halkı merkeze koymaktır. Seçilmenin keyfini sürmek isteyen belediye başkanlarının, sosyal medya üzerinden yürütülen iletişimin amacını bir an önce sorgulamaları gerekiyor. Özellikle de CHP’li belediye başkanlarının (!) Zira delege seçimleri kapıda. Arkasından kongreler geliyor.
Bilindiği gibi; seçimler sosyal medyada değil, sandıkta kazanılıyor.