3 Temmuz 1992’de kurulan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MSKÜ), yarın 33. yaşına giriyor. Ancak üç on yılı aşan süreye rağmen üniversite ile kentin ilişkisi, Türkiye’de yükseköğretim kurumları ile yerel aktörlerin bütünleşmesi bağlamında hâlâ çözülmemiş bir başlık olarak kalmaya devam ediyor.
Kurulduğu yıllarda, üniversitenin bölgeye sağlayacağı katkılar konusunda kamuoyunda güçlü bir beklenti hakimdi. Üniversitenin yalnızca bir eğitim kurumu olarak değil, aynı zamanda bölgesel kalkınmanın, kültürel gelişimin ve ekonomik dönüşümün başat aktörlerinden biri olması umut edilmişti. Ancak aradan geçen zaman, bu beklentilerin büyük ölçüde karşılanmadığını gösteriyor.
Muğla kamuoyunun önemli bir bölümü, üniversitenin hâlâ “kent üniversitesi” kimliğini tam anlamıyla kazanamadığı görüşünde. Aynı şekilde, kent de kendisini “üniversite kenti” olarak konumlandırmakta zorlanıyor. Bu durum, kent ile üniversite arasında kurulamayan yapısal ilişkiyi gözler önüne seriyor.
Son olarak, Muğla Teknopark’ın genel kurulunda alınan kararlar kent-üniversite ilişkisine yönelik tartışmayı yeniden alevlendirdi. Basında yer alan bilgilere göre; 54 ortağın bulunduğu Teknopark’ın yönetim kurulu, üniversitenin önerisiyle 7 üyeden 5 üyeye düşürüldü. Bu karar, çoğunluğunu yerel kuruluşlar, ve meslek odalarının oluşturduğu küçük ortakların etkisinin azaltılması anlamına geliyor. Nitekim bazı ortaklar, alınan kararı “tasfiye” olarak yorumlarken, kimi açıklamalarda hisselerin devredilmesi dahi önerildi.
Yönetim kuruluna dair yeni yapının detayları da dikkat çekici. Kurulda MSKÜ Rektörü Prof. Dr. Turhan Kaçar’ın yanı sıra, Muğla Ticaret ve Sanayi Odası (MUTSO) Başkanı Bülent Karakuş, MUTSO Meclis Üyesi Mevlüt Acar, Valiliğe bağlı Muğla Vakfı ve üniversitenin iştiraki olan İNOVA Şirketi yer alıyor. MUTSO Başkanı Bülent Karakuş, karara tepki göstermesine rağmen yönetim kurulu üyesi olmaya devam etmiş. Muğla iş dünyasının lokomotifi meslek odası üyeleri “dolandırıldık” türünde açıklamalar yaparken oda başkanının Mevlüt Acar ile birlikte yönetimde yer alması hayli ilginç olmuş.
Karma ekonomi mantığına dayalı Teknopark, ortaklarının haberi olmadan yapıldığı iddia edilen genel kurulla üniversitenin tekeline dönüştürüldü. “Burayı Teknopark Fakültesi yaptınız” diyen Bodrum Ticaret Odası Başkanı Mahmut Kocadon’un sitemi, yalnızca bir tepki değil, derin bir kırılmanın da ifadesi.
Teknopark özelinde yaşananlar, yerel düzeyde akademi, kamu ve özel sektör arasındaki iş birliğinin hâlâ kırılgan temeller üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. Oysa Türkiye’de çok sayıda üniversite, teknolojik dönüşüm ve yerel kalkınma projeleriyle bölgesel bir çekim merkezi haline gelmiş durumda. Bizde ne yazık ki öyle değil. Üniversite hâlâ kentle bütünleşebilmiş değil; bilgi üretimi ile toplumsal ihtiyaçlar arasındaki mesafe kapanmıyor. Kampüs sınırlarının dışında olan bitene karşı akademik dünyanın duyarsızlığı, potansiyel iş birliklerini daha başlamadan etkisizleştiriyor. Üniversite ile yapılan birkaç protokol (!) ne yazık bütünleşmeyi sağlayamıyor.
Tüm bunların yanında geçtiğimiz günlerde MSKÜ tarafından dağıtılan bir broşür, kentle bağ kurma niyetinin sürdüğüne işaret ediyor. “MSKÜ Şehirde, Bilim Toplumla Buluşuyor” başlıklı broşürde eski kent dokusu içinde yer alan ve üniversiteye bağışlanan bir yapının “Bilim Sanat Evi” olarak kullanılacağı, burada çeşitli etkinliklerle bilimin halka taşınacağı belirtiliyor. Kısa adı BİO olan Bilim İletişim Ofisi geçtiğimiz gün de ilk etkinliğini gerçekleştirdi. Rektör Prof. Dr. Turhan Kaçar, açılış konuşmasında üniversitelerin yalnızca bilgi üreten değil, aynı zamanda yaşadığı kente değer katan kurumlar olması gerektiğine vurgu yaptı. Üniversitenin bilgi birikimini ofis aracılığı ile kampüs dışına taşıyacaklarını belirtti. Bilim kafenin ilk etkinliği de; “Yaşlılara yönelik ayrımcılık” başlığında gerçekleştirildi.
Hoş geldin Hoca…
Elbette bu girişimin iyi niyetli bir girişim olduğunu inkâr etmek güç. Ancak zamanlama, soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Üniversitenin Bilim İletişim Ofisi aracılığıyla kamuoyuna ulaşma çabası, şüphesiz önemli bir adım. Ne var ki bu çaba, üniversitenin kentle ilişkilerinde giderek büyüyen mesafeyi tersine çevirmeye yeterli olacak mı?
Teknopark genel kurulunda yaşananlar, yalnızca bir yönetim krizi olarak okunmamalı. Yaşananlar yerel düzeyde üniversite, kamu ve özel sektör arasındaki iş birliğinin kırılgan doğasını bir kez daha ortaya koydu. İş dünyasının iş birliğinden çekilmeyi düşündüğü bir dönemde, teknopark yapısının kentle bağlarının zayıfladığı bir süreçte, bilimsel iletişimin yeni bir başlangıç sunacağı varsayımı, gerçekçi beklentilerle sınanmalı.
Eğer bilim topluma temas edecekse, öncelikle toplumun sesine kulak verilmesi gerekmez mi? Bu şehir, 33 yıl boyunca üniversiteye umut bağladı.
Bugün yaşanan hayal kırıklığı yalnızca Teknopark yönetimindeki yapılan daralma ile açıklanamaz. Asıl mesele, üniversiteyi kendi sınırlarına hapseden, toplumla temas kurmaktan imtina eden, işbirliğini tehdit gören ve her dışsal beklentiyi akademik özerkliğe yönelmiş bir tehdit gibi algılayan zihniyetle ilgili.