Orman Yangınlarında Bize Düşen Görev

5

Temmuz ayı, bize bir kez daha hatırlattı: Yangın mevsimi geri döndü. Bu yıl da canlarımızı, ormanlarımızı, yaban hayatını, köylerimizi yitirdik. Binlerce hektar küle döndü, sessizce. Yangınlarla birlikte sadece ağaçlar değil, toprağın belleği, suyun yolu, yaşamın ta kendisi yanıyor.
Daha öncede ifade ettik. Türkiye, artık açık biçimde orman yangınları risk haritasının en koyu renkli ülkeleri arasında. Son yıllarda yangın sayısındaki artış, sadece bir doğa olayıyla açıklanamaz. Çünkü bu felaketin kökleri hem doğada, hem insanda, hem de iklimde yatıyor. Küresel ısınma ile başlayan iklim krizi, sadece dünyanın ısısını değil, yangınların sıklığını ve şiddetini de artırıyor. Küresel sıcaklıkların sistematik şekilde arttığı son 10-15 yıl, Türkiye’yi de riskli coğrafyalar arasına soktu. Kuraklık, aşırı sıcaklar, düşen nem oranı, azalan su kaynakları… Bu tablo yangınların bir sonraki durağına işaret ediyor. En büyük tehdit ise şu: Artık sadece ormanlar değil, ilçe merkezleri, kırsal yerleşimler ve yaşam alanlarımız da bu tehdidin eşiğinde.
Bir yurttaş olarak bize düşen ise orman yangınlarına daha duyarlı olmak, orman yangınlarına sebebiyet verecek davranışlardan kaçınmak ve çevremizi de bu konuda uyarmak. Belki de alışkanlıklarımızı değiştirmek…
Yangınların çoğu kaza ya da ihmal kaynaklı. Arada kasıtlı olanı da yok değil.
Anız yakma alışkanlığı, sigara izmaritleri, rastgele ateşler, enerji hatlarından çıkan kıvılcımlar. İnsan eliyle büyüyen bu felaketler karşısında sadece meteorolojiye bakmak yetmez. Elimizi de taşın altına koymamız şart.
İklim değişikliğine dair alınamayan önlemler, sera gazı salımı, ormansızlaşma, ekolojik dengesizlik. Bunların hepsi yangını hazırlayan sürecin parçaları.
Bir önceki yazıda ifade etmiştik, bir kez daha yineleyelim. Zira işin pardonu yok. Uzmanlara göre eğer küresel ısınma kontrol altına alınamazsa, Türkiye’nin önümüzdeki 100 yıllık projeksiyonunda çok daha büyük riskler bizi bekliyor:
Azalan baraj suları, ani ve şiddetli yağışlar, hortumlar, seller, heyelanlar ve elbette yıkıcı orman yangınları.
İklim değişikliğiyle birlikte, bitki örtüsü kuruyor, toprağın nemi azalıyor, rüzgârın yönü ve şiddeti değişiyor. Yangınların oluşumu, yayılımı ve kontrol altına alınması gibi tüm süreçler, bu yeni iklimsel ve coğrafi dinamiklerden etkileniyor. Türkiye ise bu dinamiklerin tam merkezinde yer alıyor. Özellikle de batı coğrafyası ve Ege…
Artık yangınlara bakış açımızı değiştirmek ve gerçeklerle yüzleşmek zorundayız.  Orman yangınları sadece bir doğa olayı değil. Bu yangınlar, ihmaller zincirinin, iklim krizinin ve sorumsuzluklarımızın sonucudur. Sessiz kalmak, önlem almamak, bu zincirin bir halkası haline gelmektir.
Bu yazıyı bir felaket haberi gibi değil, bir çağrı metni olarak kabul edelim.
Şu işleri bir erteleyelim; Artık mangal yakmayalım. Anız yakma alışkanlığını terk edelim. Sigara izmaritini sağa sola rastgele atmayalım. Enerji nakil hatlarının geçtiği bölgelerde denetimi daha da sıklaştıralım. Yangınla mücadele veren kurumları da destekleyelim.
Orman yangınları kader değil. Bilimsel veriler, kamu politikaları, vatandaş sorumluluğu ve doğaya karşı duyarlı bir yaşam kültürüyle bu döngüyü kırmak mümkün. Aksi hâlde sadece ormanlarımızı değil, geleceğimizi de kaybedeceğiz.

Haberi Paylaş