“Yaşasın Kontrollü Demokrasi”

8

Dünden devam. CHP’nin 39. Olağan Muğla İl Kongresi’nde tek adaylı seçim, parti içi demokrasinin sınırlarını yeniden tartışmaya açtı. Rakamlar, yalnızca bir sonucu değil; örgüt iradesi ile merkezi kontrol arasındaki çelişkiyi de ortaya koydu.
Siyasi matematik
İşin romantik, hatta yer yer melankolik yanları bulunabilir. Fakat rasyonel düşünenler bilir: siyasetin de bir matematiği vardır. CHP’nin 39. Olağan Muğla İl Kongresi, bu matematiğin en sade hâliyle görünür olduğu bir sahneye dönüştü. Kongrede aday olması beklenen Mehmet Kubilay Özcan bir gün önce, Hasan Balı ise kongre başlarken yarıştan çekildi. Nail Kızıl tek aday olarak seçime girdi ve doğal olarak il başkanı oldu. Kongrede 639 delegeden 515’i oy kullandı, 124 kişi delege sandığa gelmedi. Nail Kızıl, kullanılan 515 oyun 329’ini alırken, yönetim kurulu listesi ise 361 oy aldı. Genel olarak sandıktan çıkan veriler, mantıksal bir çelişkiyi değil; kavramsal bir gerilimi ortaya koydu. Bu sonuçlar, demokratik bir yarıştan çok, örgüt içi güç dengelerini ve kongre sürecine yönelik tepkileri yansıttı. Başka bir deyişle, sandıktan çıkan tablo; parti içi demokrasiden ziyade parti içi rekabeti ve bu rekabetin ardındaki gerilimi görünür kıldı.
Tepkiler kime, kimlere?
Elbette siyaset sonuçlarla yol alır, elbette her koşulda ve zeminde seçimin bir kazananı olur. Ama bazen sonuçlar, söylenmeyenlerin toplamıdır. Bu kongrede de görüldü ki, tepkiler yalnızca Nail Kızıl başkana değil. Peki kime?
Aday olma şartlarını parti içi demokrasi zeminden uzaklaştıranlara, örgüt iradesini yok sayıp liste dikte edenlere, delegeler üzerinde baskı inşa edenlere… Bu kongre, oy kullanma kabinlerine kalem bırakılan bir kongre olarak siyasi tarihteki yerini aldı. Artık kimse açıkça söylemese de herkes biliyor: örgüt iradesi, parti içi demokrasi, katılımcılık, çoğulculuk (!) tehlikeli kavramlar haline geldi. Ne diyelim; “Yaşasın kontrollü demokrasi”…
Değişen yalnızca isimler, yöntemler aynı
CHP’nin yakın tarihine baktığımızda ironik bir süreklilikle karşılaşıyoruz. Ülkeye demokrasiyi getirmeyi vaat eden parti, yıllardır kendi içinde demokrasiyi yeniden inşa edemiyor. Değişen yalnızca isimler; yöntemler hep aynı. Bir zamanlar örgüt kararları tabandan yukarıya doğru yükselirdi. Mahalle kahvelerinde, sokakta, il-ilçe danışma kurullarında alınan kararlar bildirgeye dönüşür ve yukarıya taşınırdı. Bugün ise yukarıda alınan kararlar, aşağıya ‘örgüt iradesi’ diye bildiriliyor. Delegeler artık parti içi vicdanın değil, listelerin teknik uzantısı haline geldi. Adaylık bir mücadele değil, bir mutabakat konusu. Böylece örgüt, örgüt olmaktan çıkıyor; yalnızca onay mekanizmasına indirgeniyor.
Parti içi demokrasinin görünmeyen sınırları
Demokrasiye, adalete, hak ve hukuka öncülük iddiasındaki bir partinin kendi içinde demokratik süreçleri askıya alması, yalnızca etik bir sorun değil siyasal bir paradoks.  Çünkü örgüt iradesi baskılandığında yalnızca kişiler değil fikirler de kayboluyor. Rekabet, yerini hizipler arası müzakereye bırakıyor. Parti; tabanın ve seçmenin gözünde ‘iktidar alternatifi’ olmaktan çıkıyor, mevcut düzenin bir versiyonuna dönüşüyor. Üstelik yıllar sonra birinci parti durumuna yükselmiş ve iktidar olmanın kapısını aralamışken…
Kontrollü sessizlik ve yeni dönemin dili
Siyasî kültürümüzde demokrasi çoğu zaman bir vitrin işlevi görür hale geldi. Partilerdeki delegasyon sistemi, çoğu kez katılımın değil, kontrolün aracı haline dönüşmüş durumda. Ve kontrol, tıpkı bu kongrede olduğu gibi, çoğu zaman ‘birlik’ ve ‘parti disiplini’ kelimeleriyle meşrulaştırılıyor.
Bir tespitle sonlayalım. CHP’nin örgüt iradeli tabandan tavana geleneği; katılımlı otoriterlik, örgütlü sessizlik ve demokratik biat çağı olarak yenilendi.
“Yaşasın kontrollü demokrasi”…

Haberi Paylaş