“Bu şehir 33 yıl boyunca üniversiteye umut bağladı” başlıklı yazıya gelen iletiler, çalan telefonlar ve sosyal medyadaki yorumlar gösterdi ki, konu üniversite-kent ilişkisi olunca herkesin içi bir başka kabarıyor. Herkesin hafızası bir anda açılıyor, herkesin söyleyecek bir çift lafı oluyor. Ne güzel. Zaten derdimiz de bu: Daha çok söz, daha çok sorgu, belki biraz çözüm… Belki.
Yazıda sade ama sinir uçlarına dokunan bir cümle vardı: “Ne kent ‘üniversite kenti’ olabildi, ne üniversite ‘kent üniversitesi’ kimliğine kavuşabildi.” Belli ki bu tespit, uykularda gezinen vicdanlara değdi. Peki ne oldu bu 33 yılda? Birlikte bakalım.
Tarih 90’ların başı. Üniversite kuruluyor diye Hacıaraplar’da bir kıpırdanma. Ama öyle memnuniyetten değil. “Üniversite istimeyoz” nidaları, ellerde sopalar. Protestocular kararlı: “Borla bizim, üniversite mi, o ne le?”
Ama sonra zaman geçiyor, bilim sevilmese de üniversite öğrencilerinin kira getirisi çok seviliyor. O ilk protestocular (!) birkaç yıl içinde damı odaya, samanlığı stüdyo daireye çeviriyor. Üniversiteli geliyor, sokak sokak apartlar yükseliyor, yeni bölümler açılıyor, yeni öğrenciler geliyor, caddeler hareketleniyor.
Kentin en büyük inovasyonu böyle doğuyor: Emlak.
Durur muyuz burada? Durmayız elbet.
Zaman makinesi geri sarıyor ve bizi ‘Hacıaraplar’ adının Kötekli’ye dönüştüğü günlere götürüyor. Rivayete göre isim, Kütahya’daki Kötekli cemaatinden miras. Yani ismin ne kadar Muğlalı olduğu hâlâ tartışılıyor.
Sonra üniversite sahneye çıkıyor. Üniversitenin kurucu iradesi, “Muğla’yı Cambridge yapacağız” gibi büyük bir vizyonla ortaya çıkıyor ve yola koyuluyor. Ne var ki, ceplerindeki ideolojik reçete, kültür ve yaşayış farklılıkları nedeniyle şehir başka telden çalıyor, üniversite başka. Herkes kendi marşını söylüyor, bir türlü koro oluşmuyor.
“Sayın yazar dün üniversiteyi eleştirdin, yarın da Muğla’yı eleştir” diyenleri rahatlatalım.
Elbette eleştiride de adil olacağız. İğneyi üniversiteye batırırken, çuvaldızı da kente saplamaktan çekinmeyeceğiz. Üniversite “Gelin ortak alanlar kuralım” diyor; kentin yerel yöneticileri ise yan çiziyor. Müze isteniyor, “olmaz”. Eski adliye binası talep ediliyor, “mevzuat izin vermez”. Kütüphane, kültür merkezi? “Zaten planlandı, bir bakarız” deniliyor.
Böylece üniversite ne yapıyor? Küsüp gitmese de içine kapanıyor. Kampüsünü bir kale gibi örüyor ve duvarların dışına çıkmayan bir kara adası kuruyor.
Kent yöneticilerinin organize kayıtsızlığı birlikte bir şey üretme fikrinin önüne geçiliyor, bu kayıtsızlık yıllar içinde gitgide bir stratejiye dönüşüyor.
Zaman içerisinde büyüyen üniversite zaman zaman yeni taleplerle geliyor. “Beraber yürüyelim bu yollarda” diyor, ama kent tarafı elinde çiçek yerine imar planıyla geliyor.
Bu nedenle iş birliği denilen şey garaja terk edilmiş bir Chevrolet gibi tozlanıyor.
Yetmiyor, devreye siyaset giriyor. CHP tezine karşı Ak Parti tezi öne sürülüyor ve taraflar karşı karşıya geliyor. Elinde apart tapusu olan kent ile kampüs dışına çıkmaya çekinen üniversite birbirine bakıyor ama göremiyor.
Sonuç; kent ile üniversite 33 yıldır yan yana ama ayrı yaşayan bir çift gibiler.
İlişki tanıdık: Ne tam ayrılmışlar, ne de gerçekten evlenmişler.
Hani biri “Çocuk yapalım da belki düzelir” dese, diğeri hemen “Ama eğitim masrafı çok” diyebilir. Ama yine de umudumuz var. Belki bir gün kent-üniversite el ele tutuşur, sadece barınma krizi ve apart ekonomisi değil(!) bilgi, kültür, bilim de paylaşılır. Belki bu ilişki, aparttan kütüphaneye, kantinden tiyatroya evrilir.
Şimdi en azından konuşmaya başladık.
Bu da bir şey.