Muğla’da var, eminiz ülkenin her yerinde de vardır. Türkiye’de sol siyaset tartışıldığında genellikle işçi sınıfı, köylü, emekçi ve gençlerin mücadelesi akla gelir. Ancak son yıllarda bir başka “solculuk” biçimi daha sahneye çıkmış durumdadır. Lüks dairelerde, beyaz yakalı ofislerde, plazalarda, yüksek maaşlı ve konforlu yaşam alanlarında kendini solcu olarak tanımlayan yeni bir tipolojidir. Bu kesim, solun sahici taleplerini sahiplenmekten çok, solculuğu bir kimlik, bir sosyal statü ve hatta bir dekor olarak kullanır.
Lüks Arabalı Yeni Solcu Profili
Bu “yeni solcu” profili genellikle şehir merkezlerinde yaşar. Küresel markaların kahve zincirlerinde buluşur, hafta sonunu adalarda, tatilini ise Avrupa’nın marka şehirlerinde geçirir, sosyal medyada özgürlük ve eşitlik üzerine uzun nutuklar atar. Ama aynı kişi işyerinde sendika lafı edildiğinde sessiz kalır, sokaktaki protestoya katılmaz, hakkını arayan işçiyle omuz omuza durmaya gelince görünmez olur. Kısacası solculuk, onlar için risk değil; stildir.
Dekoratif Solculuk: Kitaplıklar, Posterler ve Semboller
Üstelik bu stilin gereklilikleri bellidir. Evdeki kitaplıkta mutlaka Marx, Gramsci, Sartre ve birkaç da Latin Amerika edebiyatı klasiği bulunur. Hatta misafir geldiğinde sol yayınlar özenle öne çıkarılır, ama yayınların çoğu genellikle hiç açılmamıştır. Çalışma masasının üzerinde veya duvarda bir yerde Che Guevara posteri ya da No Pasaran* yazan bir kahve kupası bulunur; çünkü solculuk, gündelik hayatın içine yerleştirilmiş bu sembollerle sergilenir vaziyettedir.
Sosyal Medya Solculuğu: Bedelsiz Aktivizm
Bu dekoratif solculuk, ülkenin gerçek emekçi sorunlarıyla yan yana gelmektense, entelektüel sohbetlerde ya da sosyal medya tartışmalarında güç bulur. Sosyal medyada kapitalizmi yerden yere vurmak kolaydır, zira çünkü hiçbir bedeli yoktur. Birkaç RT (retweet) birkaç beğeni ile solculuk görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla ertesi sabah otobüse binmek ya da yürümek yerine lüks arabasına atlayıp işine gider.
Gerçek Solculuk Bedel İster
Oysa solculuk, tarih boyunca bedel ödemekle, risk almakla, konfor alanını terk etmekle ölçülmüştür. Bugün bir işçi sendikalaşmaya çalıştığında işten atılma riskini göze alır. Bir köylü toprağını savunduğunda devletle, şirketle, güvenlik gücüyle karşı karşıya kalır. Bir öğrenci sokakta protestoya katıldığında gözaltı ihtimaliyle yüz yüze gelir. Peki vitrin ‘solcu’nun riski nedir? En fazla sosyal medyada birkaç takipçi kaybetmek…
Tuzu Kuru Solculuğun Tehlikesi
İşte bu noktada ‘tuzu kuru solculuk’, siyasetin ve toplumsal mücadelenin içini boşaltan, onu yalnızca kültürel bir gösteriye çeviren bir eğilim haline gelir. Solun hakiki talepleri, bu beyaz yakalı vitrin solculuğunun gölgesinde görünmez olur çıkar. İşçinin, köylünün, öğrencinin gerçek sorunları ‘kafe sohbetlerinde’ dekor olarak kullanılır.
Mücadelenin Gerçek Alanı: Sokak, İşyerleri, Köyler
Solculuk, barlarda meyhanelerde ya da sosyal medya ekranlarında değil, sokak, işyeri, köy ve okul gibi yaşamın gerçek alanlarında filizlenir. Eğer solculuk sadece aksesuar, sadece entelektüel bir dekor olmaya indirgenirse, toplumsal mücadeleye katkı sunmaz; tam tersine onu zayıflatır.
Türkiye’nin İhtiyacı: Bedel Ödemeye Hazır Siyaset
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, konfor alanında solculuk yapanların yüksek perdeden lafları değil, gerçek bedel ödemeye hazır bir siyaset anlayışıdır. Yoksa solculuk yalnızca bir ironiden ibaret kalır. Muğla’da da örneklerinin bulunduğu gibi…
* No Pasaran “Geçemeyecekler” anlamı taşıyan İspanyolca bir kelimedir. İspanya iç savaşı sırasında Cumhuriyetçi kesim tarafından anti-faşist bir slogan olarak kullanılmıştır.