Haziran ayı, Türkiye’de zeytinliklerin kaderini belirleyen düzenlemelerin sıkça gündeme geldiği bir zaman dilimi olmaya devam ediyor. 2017 yılında hazırlanan ve kamuoyunda geniş tartışma yaratan yasa tasarısından sekiz yıl sonra, benzer bir düzenleme bir kez daha Meclis’in gündeminde. Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonunda kabul edilen yeni Enerji Yasası Tasarısı, özellikle zeytinlik alanların madencilik ve enerji yatırımlarına açılmasına yönelik düzenlemeler içeriyor. Tasarıya yönelik tepkiler ise yalnızca çevre koruma çevreleriyle sınırlı kalmadı; tarımsal üretim, kırsal ekonomi ve hukuk alanlarından da eleştiriler yükseldi.
2017 tarihli düzenlemede Türkiye genelinde yaklaşık 826 bin hektarlık zeytinlik alanı etkileyebileceği ifade edilmiş, bu alanlarda 167 milyon zeytin ağacının varlığı kayda geçmişti. Muğla ili özelinde ise 91 bin 984 hektarlık zeytinlik alanın, düzenlemelerden doğrudan etkileneceği vurgulanmıştı.
Peki bugün durum ne? Bugün itibarıyla Muğla’da yılda 174 bin ton zeytin, 32 bin 142 ton zeytinyağı ve 12 bin ton sofralık zeytin üretimi yapılıyor. Milas ve Yatağan gibi bölgeler, bu üretimin önemli bir kısmını karşılamakla kalmıyor; zeytini, zeytinyağı, yağlı zeytini, çekişcesi ve zeytinyağlı sabunu coğrafi işaretiyle, üstelik zeytinyağı Avrupa Birliği tesciliyle büyük bir üretim değeri ve ekonomi yaratıyor.
Tasarıya karşı en güçlü çıkış İkizköy çevre direnişçilerinden geldi. Yıllardır süregelen çevre mücadeleleriyle tanınan köylüler, geçtiğimiz hafta Meclis bahçesinde oturma eylemi gerçekleştirdi. Ardından komisyon görüşmelerine katılmayı başaran bölge halkı, düzenlemenin yalnızca çevresel değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik etkilerine de dikkat çekti. “Bu ülkenin gerçek sahipleri biz üreten köylüleriz” diyen İkizköylüler, ülke genelinden destek talep ederek Ankara’ya çağrı yaptı. Amaç, tasarının yasalaşmasını engellemek ve zeytinliklerin geleceğini güvence altına almak.
Öte yandan Madencilik Platformu tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamada, düzenlemenin “sektörün uzun süredir beklediği yapısal ihtiyaçlara kısmen de olsa karşılık verdiği” ifade edildi. Açıklamada, ÇED süreçlerinin öngörülebilir hale getirilmesi, izin sürelerinin kısaltılması ve stratejik maden tanımlarının yasal zemine oturtulması olumlu gelişmeler olarak değerlendirildi. Platform ayrıca, ruhsat bedelleri ve devlet haklarına ilişkin düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesini, “zeytinlik düzenlemesinin yalnızca belirli sahaları kapsaması” gibi sınırlamaların da sektör lehine revize edilmesini önerdi. Dikkat çekici biçimde, açıklamada çevresel sürdürülebilirlik, yeşil madencilik ya da karbon emisyonlarının azaltılması gibi konulara değinilmedi.
Bilindiği gibi zeytinliklerin korunmasına yönelik ilk düzenlemeler 1939 yılına kadar uzanıyor. Hukukçulara göre, yeni yasa tasarısı bu köklü hukuki çerçeveyle çelişme potansiyeli taşıyor. Çevre hukukuna dair uzmanlar, enerji arz güvenliği gerekçesiyle yapılan esnekliklerin anayasal çevre hakkını zayıflatabileceğini ileri sürüyor. Merkezi idare ise bu düzenlemeleri, enerji yatırımlarının hızlandırılması ve dışa bağımlılığın azaltılması yönünde gerekli adımlar olarak savunuyor. Ancak bu yaklaşımın özellikle yerel ölçekteki ekonomik ve kültürel kayıplar dikkate alındığında, dengeli bir kalkınma anlayışı ile örtüşmediği konusunda tartışma yaratıyor.
Bir hatırlatma ile sonlayalım. Bu kadim topraklarda ölümsüz ağaç olarak nitelendirilen zeytin ağaçları yalnızca tarımsal üretimin bir unsuru değil, aynı zamanda kırsal belleğin, geleneksel yaşam biçimlerinin ve ortak kültürel mirasın bir parçası olarak görülüyor. İkizköylü yaş almış bir yurttaşımızın ifadesi bu hafızayı özetliyor: “Zeytin ağaçları bin yıl yaşasın diye dikilir. Bu ağaçları siz dikmediniz, siz kesemezsiniz”…